Eğer öğrenme gerçekleşecekse, bunun için bir alan gereklidir. Bir öğrencinin öğrenme döngüsüne tam olarak katılması için, döngünün dört moduna (hissetme, yansıtma, düşünme ve eylem) dahil olacak bir alan sağlanmalıdır. Herkese saygı ile karakterize edilen misafirperver bir alan. Bu öğrenme alanı güvenli ve destekleyici ama aynı zamanda zorlayıcı da olmalıdır. Öğrencilerin kendi öğrenme süreçlerinden sorumlu olmalarına izin vermeli ve uzmanlığı geliştirmek için tekrarlanan uygulamalara zaman ayırmalıdır. Öğrenmenin en verimli şekilde gerçekleşeceği bir öğrenme habitatının eğiticiler tarafından özenle inşa edilmesi gerekmektedir.
Kolb’lar (Alice Kolb & David Kolb) işte bu habitatın önemini işaret etmek için Öğrenme Alanı konseptini geliştirmişlerdir. Öğrenme alanı, öğrenmenin gerçekleştiği fiziksel alanın çok ötesinde bir anlam taşımaktadır. Öğrenmenin fiziksel, kültürel, kurumsal, sosyal ve psikolojik boyutlarının tamamını kapsayan çok yönlü bir konsepttir. Bu boyutların tamamı öğrenicinin deneyiminde bir araya gelirler. Öğrenme alanı konsepti; Lewin, Bronfrenbrenner, Vygotsky, Nonaka ve Konno’nun insan gelişiminin çevre ile ilişkisini inceleyen çalışmalarına dayanmaktadır.
Öğrenme alanının önemini vurgulayan bir diğer kavram ise Dewey’in eğitim felsefesindeki temel kavramlardan birisi olan deneyimin devamlılığıdır. Bu devamlılık öğrenmeyi teşvik eden ya da engelleyen deneyimleri düzenler.
Tüm gerçek öğrenmenin deneyimle ortaya çıkıyor olması, tüm deneyimlerin gerçekten eğitici olduğu anlamına gelmez. Bazı deneyimler yanlış eğiticidir. Herhangi bir deneyim, daha ileri deneyimlerin büyümesini durdurma veya çarpıtma etkisine haiz yanlış eğiticidir.
Deneyime dayalı bir eğitimin temel sorunu, sonraki deneyimlerde verimli ve yaratıcı bir şekilde yaşayacak mevcut deneyimlerin türünü seçmektir. Bu nedenle deneyimsel öğrenimin arttırılması, öğrenciler için ‘gelişim üreten’ deneyimleri teşvik eden öğrenme alanlarının yaratılmasıyla sağlanabilir. Kolb’lar bu öğrenme alanlarının altı temel niteliğini aşağıdaki şekilde açıklamışlardır.
Pozitif Bir Öğrenme Alanı Oluşturmak
Öğrenme sürecine, umut ve korku duyguları kaçınılmaz bir şekilde eşlik ederler. Umut, uzmanlaşma, anlama ve beraberinde gelecek olan güçlenmeye dairdir. Korkunun ise pek çok tarafı vardır; hata yapmak, başarısızlığa uğramak, aptalca görünmek, başkalarının önünde utanmak ve aşağılanmış hissetmek hatta kendi kimliğimizi ve öz-değerimizi sorgulamaktan korkarız. Dolayısı ile eğitimciler olarak zorlu görevimiz, öğrenenlerin umut, beklenti ve korkularını anlamak ve onların korkularının üstesinden gelebilmeleri ve uzmanlaşmaları için onlara saygı ve desteğin sağlandığı bir öğrenme alanı oluşturmaktır. Pozitif bir öğrenme alanı; öğrenicilerin kendilerini psikolojik olarak güvende hissettikleri, öğrenenlere ve geçmiş deneyimlerine saygının duyulduğu, koşulsuz bir pozitif yaklaşımın sergilendiği, zorluğun ve desteğin dengeli bir şekilde sağlandığı bir alandan oluşur. Öğrenicilerin isimlerinin eğitici ve diğerleri tarafından bilinmesi saygı duyulma halinin ilk adımıdır. Öğrenicilerin aralarındaki buzların kırılması, kendi deneyim, ilgi ve fikirleri ile ilgilenilmesi ve bir öğrenme topluluğuna kendilerini ait hissetmeleri bu pozitif öğrenme alanının temel karakteristik özellikleridir. Bu güvende hissetme duygusunun bir diğer önemli yanı ise deneyimsel öğrenme metodolojisinin ortaya çıkardığı bir gereklilik olmasıdır. Deneyimsel öğrenme döngüsünde ilerlerken öğrenicilerin, kendi deneyimlerini, duygu ve düşüncelerini rahatlıkla paylaşabiliyor olması gerekir; bunun içinse grubun kendilerini yargılamayacağına ve duygularına saygı duyacağına dair bir güven duygusuna ihtiyaç duyarlar.
Öğrenen Merkezli Bir Öğrenme Alanı Oluşturmak
Deneyimsel öğrenmenin teorisi öğrenen merkezli bir bir yaklaşıma sahiptir. Öğrenme sürecinin tamamı öğrenenin deneyimini bütüncül bir şekilde merkeze alan bir şekilde ilerler. Eğitimci ve konu merkezli olan geleneksel eğitim yaklaşımını açık bir şekilde eleştiren deneyimsel öğrenme teorisi eğiticinin oynadığı rolün de bu yaklaşıma göre şekillenmesi gerektiğini savunur. Bunun yanı sıra bir eğitim programının deneyime dayalı olması öğrenen merkezli olması için yeterli değildir. Kolb’lara göre deneyimsel öğrenme veya yapılandırmacı metodolojileri uygulayan eğitimcilerin sıkça yaptığı temel hatalardan birisi de ders planını, egzersizi, simülasyonu öğreniciler ile birlikte değil, yalnızca bir teknik olarak öğrenicilere uygulamalarıdır. Burada işaret edilen önemli detay, tüm metodoloji ve içeriğin öğrencilerin aktif katılımı ile şekillenmesi gerektiğidir. Öğrenen merkezli bir öğrenme alanı; eğitimcinin öğrenenin deneyimine eşlik ettiği, eğitimin başlangıç noktasını öğrenenin yaşam deneyimlerinin ve bu deneyimleri nasıl anladıklarının oluşturduğu bir alandır. Bu alan öğrenicilerin dikkatleri, ilgileri ve inançlarının ortaya çıkarıldığı ve bunların üzerinden öğrenme sürecinin başlatıldığı bir alandır. Öğrenen merkezli öğrenme alanının öne çıkan bir diğer özelliği de eğitimcinin öğreniciler ile işbirliği içinde olmasıdır. Eğitimci tabi ki eğitim konusunun uzmanı ve öğrenme sürecinin aktif uygulayıcısıdır fakat eğitimcinin de öğreniciler gibi öğrenen konumunda olduğu alanlar öğrenicilerin güçlendirildiği alanlardır. Tüm bu özelliklerin titizlikle inşa edilmesi için öğrenicilerin yakından tanınması, eğitim programından ne beklediklerinin, ilgilerini nelerin çektiğinin keşfedilmesi ve eğitim programına ‘öğreten’ olarak katkıda bulunacakları alanların açılması oldukça önemlidir.
Oyunbaz Bir Öğrenme Alanı Oluşturmak
Piaget, Dewey, Vygotsky başta olmak üzere deneyimsel öğrenmenin temel bilim insanları, öğrenme gelişimin bütüncül sürecinde oyunun ne denli önemli olduğunun altınız çizmektedir. Deneyimsel öğrenme teorisinde oyun ve öğrenme insan gelişimi için birbirinden ayrılmaz iki unsurdur. Oyun; çocukluktan-yetişkinliğe sağlıklı gelişim için sürekli yeni-düşünce yapılarını hayatımızda uygulamamızı sağlayan, bu sayede aşırı uzmanlaşmadan kaçınmak için kapasitemizi artıran, kritik bir yapı iskeleti görevi görür. “Huizinga’ya göre insan, Homo Sapiens bilen kişi olarak değil, Homo Ludens oynayan kişi olarak tarih sahnesine çıkar”. Yani oyun yalnızca çocuk gelişiminde değil, yetişkin gelişiminde de önemli bir rol oynar. Fakat yetişkinlerin oyun ile ilişkisi çocuklardan farklıdır. Oyun; irrasyonel ile rasyonel, oyuncu olmak ile ciddi olmak, hayali ile gerçek, keyfe keder olmak ile kurallar ile sınırlı olmak arasındaki diyalektikte gerçekleşir. Bu nedenle; buldukları her şeyi anında oyuna çevirebilen çocukların aksine yetişkinlerin, oyun oynamak için farklı bir gerçeklik düzlemine adım atmaları gerekir. Dolayısı ile oyunbaz bir öğrenme alanı oluşturabilmek için yetişkinlerin bu farklı gerçeklik düzlemine geçebilecekleri pozitif ve yargılanmadıkları bir ekosisteme ihtiyaç duyulur. Bu ekosistemin temel prensiplerinin başında oyun oynamanın gönüllü olması gerekliliği gelir. Yetişkinler özgür ve gönüllü bir şekilde bu alanda oyun oynarlar. Diğer bir prensip ise oyun kurallarının bu alanın hem sınırlarını belirleyen hem de bu alanın devamlılığını sağlayan en önemli unsurlar olmasıdır. Oyun sürecinde iki tip davranış modu bulunmaktadır; epistemik (gerçeklikle ilgili olmak) ve oyunbaz davranış modları. Örneğin epistemik davranış sürecinde çocuklar ciddi ve odaklıdırlar, bir oyuncağı tüm boyutları ile ele alır ve incelerler; ancak bu inceleme tamamlandığında oyuncakla tamamen oyunbaz bir modda oynamaya başlarlar. Yetişkinler de çocuklarınkine benzer bir şekilde oyuna yaklaşırlar; epistemik süreci atlatıp oyunbaz moda geçebilmeleri için hazırlanmaları gerekir. Oyun deneyimsel öğrenme döngüsünde derin bir ‘somut deneyim’ oluşturmak için mükemmel bir araçtır.
Konuşmaya Dayalı Öğrenme İçin Alan Oluşturmak
Karşılıklı konuşmanın temel amacı aslında öğrenmektir. Karşılıklı konuşma sırasında birey, konuşma ve dinlemenin birleştirildiği bir öğrenme döngüsünde ilerler. İnsanlar sırasıyla “okuma” ve “esneme” denen adımları takip ederek birbirleri ile etkileşime girerler. Kişilerden birisi okuma adımında geribildirim alır (Somut Deneyim) ve anlayışları formüle eder (Yansımacı Gözlem), diğer kişi ise esneme adımında bu anlayışlar üzerine anlamlar oluşturur (Soyut Kavramsallaştırma) ve bu anlamlar üzerine eylemde bulunur (Somut Deneyim). Kişiler arasında bu değişim devam ettikçe her iki taraf da sırasıyla okuma ve esneme adımları arasında geçiş yaparlar. Karşılıklı konuşmaya dayalı bir öğrenme alanı oluşturmanın pek çok formu vardır; eğitimcinin öğrenicilerin önünde bir masada oturmaktansa onlar ile birlikte bir çemberde oturması gibi fiziksel bir alan veya bu fiziksel alan tarafından beslenen dinlemeye açık bir duygusal alan. Konuşmaya dayalı bir öğrenme alanının iki ayrı yönü bulunmaktadır; birincisi bu alanı tanımlayan ve koruyan sınırlar, ikincisi ise karşılıklı konuşmayı şekillendiren iç süreçtir. Konuşma devam ettikçe sınırlar iç süreçleri, iç süreçler ise sınırları yeniden şekillendirir. Kolb’lar konuşmaya dayalı öğrenme alanını beş diyalektik boyut ile tanımlarlar. Bunlar; deneyim ve düşünme diyalektiği, eylem ve yansıtma diyalektiği, söylev ve başvuru diyalektiği, bireysellik ve ilişkisellik diyalektiği ve statü ve beraberlik diyalektiğidir. Bu diyalektik boyutlardan herhangi biri diğerini domine ettiğinde öğrenme azalır. Deneyim ve düşünme diyalektiğinin dengeli olabilmesi için konuşma sırasında duyguların ve soyut rasyonel konuların dengeli bir şekilde ele alınması gerekir. Söylev ve başvuru diyalektiğinin dengeli olması için kişilerin konuyu nasıl anladıklarını açıkladıkları süreç ile konuşma sonucunda konuyu nasıl yeniden yorumladıklarını paylaştıkları sürece dengeli bir vakit ayrılması gerekir. Bireysellik ve ilişkisellik diyalektiğini dengeli bir şekilde yürütmek için birey hem kendi düşüncelerini dışa vurmalı hem de bu düşüncelerin ilişkili olduğu geçmiş deneyimleri paylaşabilmelidir. Statü ve beraberlik arasında denge kurabilmek için ise öğrenicilere hem kendi argümanlarını savunacak bir alan açılmalı hem de başkalarının argümanları ile bağ kuracak bir alan sağlanmalıdır. Konuşmaya dayalı öğrenme alanının karakteristik özelliklerini yukarıdaki gibi özetleyen Kolb’lar son olarak bu alanın çok önemli bir prensibinin de altını çizerler; konuşmanın doğal gelişimi. Öğrenme alanında öğrenciler arasında devam eden konuşma zamanla evrilir ve bir yöne doğru gider. Bu gelişim sürecinin yalnızca konu merkezli değil aynı zamanda öğrenen merkezli olması gerekir. Dolayısı ile eğitimci konuşma sürecini bir bütün olarak ele almalı, farlı zaman dilimindeki konuşmalar arasında bağ kurmalı ve öğrenicilerin dikkat ve ilgilerine göre organik bir şekilde gelişen konuşma alanına olanak sağlamalıdır.
Yansımacı Düşünme İçin Bir Alan Oluşturmak
Yansımacı düşünme alanında öğrenciler daha eleştirel bir düşünme aşamasına geçebiliyor olmalıdırlar. Düşünme, kafamızın içindeki veya aklımızdan o anda geçen her şeyi ifade ederken yansımacı düşünme ise bu düşünceler arasında kıyas yapmayı, bunları irdelemeyi ve anlamlandırmayı içerir. Kolb’lar düşünme halinden yansımacı düşünme haline geçiş sürecini düalizmden çeşitliliğe, çeşitlilikten göreceliğe ve görecelikten kararlılığa doğru ilerleyen üç temel aşama ile tanımlarlar. Düalizm aşamasında dünya öğrenicilere sadece doğrular ve yanlışlardan oluşan bir kesinlik halinde görünür. Tüm sorular için doğru yanıtlar vardır, eğitimciler bu yanıtlara sahiptir ve doğruları öğrenicilere öğretmekle sorumludurlar. Çeşitlilik aşamasında bilgi yalnızca bazı alanlarda mutlaktır, çoğu alanda hiçbir şeyden kesin bir şekilde emin olunamaz. Bu aşamada belirsizlik geçici olarak görülür, herkesin görüşü herkesinki kadar geçerlidir. Öğreniciler her yanıtın eğitimci tarafından gelmeyeceğini anlarlar ve konuya farklı boyutlardan yaklaşmaya başkalarının görüşlerini incelemeye başlarlar. Görecelik aşamasında öğreniciler bilginin bağlamsal ve göreceli olduğunun farkındadırlar. Tek bir doğru veya tek bir yanlış yoktur. Kendi ve başkalarının argümanlarının zayıf ve güçlü yanlarını analiz etmeye başlarlar. Son olarak kararlılık aşamasında öğreniciler tüm bu farklı bakış açıları arasında kendilerine en uygununu test ederek ve değerlendirerek seçerler. Kendi sentezlerini oluştururlar ve bu sentez aynı zamanda kendi kişiselleştirilmiş değerleri, yaşam biçimini ve kimliklerini şekillendirir.
Derin Öğrenme için Alanlar Oluşturmak
Derin öğrenme konsepti, deneyimsel öğrenmenin dört moduna (deneyimleme, yansıtma, düşünme ve eylem) bütüncül bir şekilde entegre olan bir gelişim süreci anlamına gelir. Derin öğrenmeyi geliştiren ve sürdüren alanlar oluşturmak için öncelikle öğrenicilere deneyimlerini tekrar ettikleri zamana yayılan bir alan sağlanmalıdır. Bu alan eğitimciler tarafından desteklenen, öğrenicilerin deneyimsel öğrenme döngüsünün etrafında döndükleri, performans gösterip geribildirim aldıkları bir süreci gerektirir. Derin öğrenme alanında öğreniciler ileri düzey uzmanlığa ulaşabilmek için eğitimciler tarafından sağlanan devamlı pratiğe, uzun dönem bir kararlılık içinse yine eğitimciler tarafından verilen destek ve ödüllendirilmeye ihtiyaç duyarlar. Derin öğrenme sürecindeki ilerleme, deneyimsel öğrenme teorisinin edinme, uzmanlaşma ve entegrasyon adları verilen üç seviyeden oluşan gelişim aşamaları modelinde gerçekleşir. İlk seviyede öğrenme kaydedilen ve performans odaklıdır. Bu aşamada yalnızca öğrenme stilinin vurguladığı iki öğrenme modu kullanılır. İkinci seviyede öğrenme yorumlanan ve öğrenme odaklıdır. Bu aşamada öğrenici döngünün üç öğrenme modunu dahil eden bir süreçtedir. Üçüncü seviyede ise öğrenme entegre edilen ve gelişim odaklıdır. Bu aşamada öğrenici döngünün dört öğrenme modunu da tam-döngüde-öğrenme denilen bütüncül bir öğrenme sürecine dahil edebilmektedir. Derin öğrenmeyi geliştiren ve sürdüren alanlar oluşturmak bu alanda eğitimci olarak farklı rollerde bulunmamızı da gerektirmektedir. Her şeyden önce eğitimcinin öğrenicilerin konu ile ilgili hangi gelişim alanında olduklarını anlaması oldukça önemlidir. Edinme aşamasındaki öğreniciler için kolaylaştırıcı rolü, uzmanlaşma aşamasındaki öğreniciler için standart belirleyici ve değerlendirici rolü ve entegrasyon aşamasındaki öğreniciler içinse koçluk rolü en uygun eğitici rolleridir. Derin öğrenmeyi destekleyecek diğer bir temel unsur ise eğitim programının döngünün tamamında ilerleyecek bir metodolojiye sahip olmasıdır. Böylelikle öğreniciler, döngünün dört moduna da temas eden bir gelişim sürecinde ilerleyebileceklerdir. Bu ilerleme öğrenme esnekliğini beraberinde getirecek ve tam-döngüde-öğrenme denilen en üst düzey gelişim noktasına doğru ilerlemelerine yardımcı olacaktır.
Comments